İnsan faaliyetleri kaynaklı sera gazı emisyonlarının neden olduğu iklim değişikliği, halihazırda dünya çapında insanlara zarar veriyor ve onları öldürüyor, gıda üretimine zarar veriyor, doğayı yok ediyor ve ekonomik büyümeyi yavaşlatıyor.
İklim değişikliği kaynaklı kayıp ve zararlar, daha fazla ısınma ile hızla artacak ve çoğu durumda insanların ve doğanın uyum sağlayamayacağı riskler üretecektir. Emisyonlar yalnızca şu anda planlanan oranda kesilirse, ortaya çıkan sıcaklık artışı gıda üretimini, su kaynaklarını, insan sağlığını, kıyı yerleşimlerini, ulusal ekonomileri ve doğal dünyanın çoğunun hayatta kalmasını tehdit edecektir. Daha hızlı emisyon kesintileri bunu önlemenin tek yolu olacaktır.
IPCC, tehdidi ve eyleme geçmenin aciliyetini şöyle özetliyor: “Kümülatif bilimsel kanıtlar çok açık: İklim değişikliği, insan refahı ve gezegenin sağlığı için bir tehdittir. Uyum ve sera gazı azaltım konusunda ileriye yönelik müşterek küresel eylemde daha fazla gecikme, herkes için yaşanabilir ve sürdürülebilir bir geleceği güvence altına almak için kısa ve hızla kapanan bir fırsat penceresini kaçırmaya neden olacaktır.” (D.5.3) [IPCC ilk kez iklim değişikliği tehdidini ve eylemin aciliyetini kesin olarak tanımlıyor. Ağustos 2021'de I. Çalışma Grubu raporu, yine ilk kez, insan faaliyetlerinin gezegeni ısıttığının kesin olduğunu söyledi; önceki değerlendirme raporlarında IPCC, yalnızca gezegenin ısındığının kesin olduğunu söylemişti.]
Rapor, artmaya devam eden emisyonların ciddi olumsuz sonuçlara yol açacağı, insan ve doğal sistemler için çok çeşitli riskleri tanımlıyor:
İklim değişikliğine uyum, iklim değişikliğinden kaynaklanan riskleri azaltmak için çok önemli ve aynı zamanda insanların refahını da iyileştirebilir, ancak buna yeterli kaynak ayrılmıyor. Uyum ayrıca emisyon kesintilerine bir alternatif değil: ısınma devam ederse, dünya giderek uyum sağlanamayan değişikliklerle karşı karşıya kalacak.
1. Aşırı sıcaklıklar Türkiye'de can kaybına ve önemli ekonomik kayba neden olacak
Türkiye, aşırı hava olaylarına karşı Avrupa'nın en kırılgan ülkesidir [13. Bölüm, syf:8]. Emisyonların önemli ölçüde azaltılması halinde dahi, Avrupa'da aşırı sıcaklar sonucu gerçekleşen ölüm sayısının 2050 yılına gelindiğinde, bugünkü yıllık yaklaşık 2.700 ölüme kıyasla 30.000'e yükselmesi öngörülüyor [analiz]. Bu vakaların büyük kısmı Avrupa’nın Türkiye’nin dahil olduğu bölgelerinde meydana geliyor. Isınmanın önemli ölçüde artması sonucunda, ölüm sayısının, yüzyılın sonuna kadar üç kat artması bekleniyor [13. Bölüm, syf:53]. Yüksek sıcaklıkların aynı zamanda, solunum problemlerinden kaynaklanan hastalıklar sonucu hastaneye sevk edilme rakamlarında artışla sonuçlanacağı öngörülüyor. Raporda, vakaların birçoğunun güney Avrupa'da gerçekleşeceği ve bu vakaların 2050 yılına kadar Avrupa genelinde iki katından fazla artacağı belirtiliyor [13. Bölüm, syf:53].
Su sıcaklıklarındaki artış denizel biyolojik çeşitliliği etkileyecek ve bu Türkiye'de balıkçılık sektöründe etkilerini gösterecek [CCP4, syf:10]. Emisyonların düşük seyretmesinde dahi, Akdeniz balık türlerinin yaklaşık %10'unu kaybedecek. Bu sayı, sıcaklık artışının yüksek seviyede gerçekleşmesi durumunda %60'a yükselebilir [13. Bölüm, syf:30]. 2060 yılına kadar Doğu Akdeniz'de ekonomik değeri yüksek deniz türlerinin %20'den fazlasının nesli tükenebilir [CCP 4, syf: 15]. Karadeniz'de ise yüksek sıcaklıklar, birçok bölgede denizin oksijen seviyesini azaltacak, dolayısıyla balık türlerinin dağılımını değiştirebilecek [3. Bölüm, syf:59].
İklim değişikliği aynı zamanda tarım topraklarının kalitesini de düşürecek. [3. Bölüm, syf:37-38]. Raporda atıfta bulunulan bir çalışma[13. Bölüm, syf:26], Türkiye'nin yağış rejiminde öngörülen değişim ve artan hava sıcaklığı nedeniyle toprak erozyonunun artacağını öngörüyor. Bu durum, özellikle Akdeniz Bölgesi’nde yer alan tarım arazilerinin yaklaşık %30'unu tehdit ediyor. Emisyonlarına artması durumunda öngörülen toprak kayıpları artıyor.
2. Deniz seviyesinin yükselmesi ve kıyı taşkınları, insan yaşamını, sahilleri ve tarihi alanları tehdit ediyor
Isınmanın sürekli şekilde artması sonucunda kıyı taşkınlarından kaynaklanan riskler artacak [3. Bölüm, syf:126 ve 13. Bölüm, syf:12]. Günümüzde Türkiye'de yaklaşık 460.000 kişi kıyı taşkınlarına maruz kalabilecek bölgelerde yaşıyor. Raporda atıfta bulunulan bir araştırmaya göre, emisyonların artması durumunda bu sayı, yüzyılın sonuna kadar yaklaşık iki katına çıkabilir [3. Bölüm, syf:126]. Mevcut emisyon azaltım taahhütleri göz önünde bulundurulduğunda, Avrupa genelinde kıyı taşkınlarının maliyeti 2050 yılına kadar 30 kat artabilir [13. Bölüm, syf:12].
Deniz seviyesinin yükselmesi kıyı şeridinde de zarara yol açacak. [13. Bölüm, syf:12]. Emisyonların artması ve uyum önlemleri alınmaması durumunda, Avrupa'daki kumluk kıyı şeritlerinde, küçük sahillerin yok olmasına sebep olacak yaklaşık 100 metrelik geri çekilme yaşanacak. Ancak emisyonların azaltılması bu geri çekilmeyi üçte bir oranında azaltabilir [13. Bölüm, syf:12]. Raporda atıfta bulunulan bir araştırmaya göre, Xanthos Letoon, Efes ve İstanbul'un tarihi bölgeleri de dahil olmak üzere birçok UNESCO kültürel miras alanı, deniz seviyesinin yükselmesi tehdidiyle karşı karşıya bulunuyor [13. Bölüm, syf:12].
3. Isınmanın artmasıyla Türkiye'de su varlığı azalacak
İklim değişikliği nedeniyle kuraklıkların sıklığı ve yoğunluğu artacak. [13. Bölüm, syf:10 ve 15]. Akdeniz bölgesindeki nüfusun yaklaşık %54'ünün farklı ölçeklerde su kıtlığı yaşayacağı öngörülüyor. Bu miktar, emisyonların hızla azaltılmasıyla %18'e geriliyor [13. Bölüm, syf:15]. Emisyon azaltımının, planlanan seviyeden daha hızlı gerçekleşmesi durumunda dahi, 20. yüzyılın sonuna gelindiğinde, Akdeniz bölgesinde 2-3 kat daha uzun süren kuraklıklar yaşanacak. Emisyonların yüksek olması durumunda ise kuraklıklar 3-4 kat uzun sürebilecek [16. Bölüm, syf:106].
İstanbul, özellikle kuraklığa bağlı ekonomik kayıplar karşısında kırılgan durumda [10. Bölüm, syf:58]. Emisyonların yüksek olması durumunda, Beyşehir Gölü 2070 yılına gelindiğinde tamamen kuruyabilir [CCP4, syf:14]. Artan su talebi ve daha kuru koşullar bir araya geldiğinde, Akdeniz Bölgesi’ndeki yeraltı su rezervlerinin tükenebilir. [13. Bölüm, syf:15]. Su rezervuarları veya tuzdan arındırma tesislerin inşası gibi su stresini azaltmak üzere uygulanan stratejiler maliyetli ve çevreye zararlı, ve emisyonların azaltılmazsa kuraklıktan kaynaklanan zararları önlemek için yeterli olmayacak [13. Bölüm, syf:20 ve 74].
Emisyonların devam etmesi ve sıcaklık artışının kümülatif etkisi, Türkiye ekonomisine önemli boyutta zarar verecek. [CCP4, syf:22]. Raporda atıfta bulunulan bir çalışma, emisyonların yüksek seviyede gerçekleştiği durumda, yüzyılın sonuna kadar Türkiye'nin kişi başına GSYİH'sinde %17 düşüş yaşanmasını öngörüyor [CCP4, syf:22].
4. Türkiye, başka yerlerde meydana gelen aşırı olaylarının etkilerinden zarar görecek
Türkiye, iklim değişikliğinin etkilerinden sınırları içerisinde zarar görecek olmasının yanı sıra, başka yerlerde meydana gelen zararlarından da derinden etkilenecek.
Örneğin, iklim değişikliğinin, uluslararası tedarik zincirlerinde, piyasalarda, finans sektöründe ve ticarette yarattığı olumsuz etki, Türkiye'de ürünlere erişimi kısıtlayacak, fiyatlar artacak ve Türkiye’nin ihracat piyasasına zarar verecek [13. Bölüm, syf:74 ve 16. Bölüm, syf:40]. Tarımsal verimde düşüş yaşanması, önemli altyapıların hasara uğraması ve emtia fiyatlarındaki artış gibi iklim değişikliği kaynaklı ekonomik şoklar, finansal istikrarsızlığa yol açabilir. [11. Bölüm, syf:76]. Isınmanın yüksek seviyede gerçekleşmesi, küresel ısınmanın olmadığı bir dünyaya kıyasla, yüzyılın sonunda GSYİH'nin %10 ila 23 azalmasına neden olabilir . [16. Bölüm, syf:65]. Bazı büyük ekonomiler, iklim değişikliği nedeniyle daha büyük ekonomik zarar görebilir. Raporda atıfta bulunan bir çalışma, emisyonların yüksek olduğu durumda, yüzyılın sonunda GSYİH’da yaşanacak kaybın Çin'de %42'ye, Hindistan'da ise %92'ye ulaşabileceğini öngörüyor [16. Bölüm, syf:65].
İklim değişikliği hali hazırda tedarik zincirlerini olumsuz etkiliyor. Örneğin, 2011 yılında Tayland'da meydana gelen sel felaketi, yarı iletken üretimini derinden yaraladı. Bu durum, küresel ölçekteki endüstriyel üretimin %2,5 azalmasına neden oldu ve sabit disk fiyatlarında %80 ila %190 artışla sonuçlandı [16. Bölüm, syf:41] (IPCC'ye dahil edilmeyen başka bir araştırma, bu sellere neden olan yağışın daha yoğun şekilde gerçekleşmesini iklim değişikliğiyle ilişkilendiriyor). Şiddetli yağmurlar, daha güçlü fırtınalar ve deniz seviyesinin yükselmesi sonucunda limanlarda ve kıyılarda inşa edilen diğer altyapıları etkileyen sel olayları artmasıyla, özellikle emisyonların yüksek olması durumunda, bu hasarların daha yaygın hale gelmesi bekleniyor [3. Bölüm, syf:126]. Kasım 2021’de, taslak raporun hazırlanmasının ardından, Kanada'da yaşanan sel felaketleri sonucunda karayolları ile demiryollarının kullanılamaz hale gelmesi, Kanada'nın tahıl ihracatının önemli bölümünün gerçekleştirildiği Vancouver Limanı'na gelen sevkiyatları geciktirdi. Bu durum, konteynerleri depolamak için yeterli yer bulunmaması nedeniyle gemilerin Asya'ya boş konteynerlerle geri dönmesine yol açtı. Kanada'nın ihracatında oluşan bu aksama, gecikmelere yol açarak, uluslararası nakliye sektörünü de olumsuz etkiledi.
Uluslararası gıda tedarik zincirini de tehdit altında. Emisyonların hızla azaltılmazsa, küresel ölçekte birden fazla yeri etkileyen aşırı hava olayları sonucunda ürün kıtlığı riskinin yaygınlaşması bekleniyor [5. Bölüm, syf:32]. Bu, aynı zamanda küresel ölçekte gıda ürünlerine erişimde sıkıntılara ve fiyat artışlarına yol açabilir. Bu durum, özellikle yoksul insanlara zarar verecek ve toplumsal huzursuzluk riskini artıracak. unsuru taşıyor. [16. Bölüm, syf:22]. Örneğin, mısır üretiminde bir yıl içerisinde dünyanın çeşitli yerlerinde %10’ı aşkın mahsul kaybı yaşanma olasılığı, günümüz ikliminde %0'a yakın seyrederken, emisyonların artmaya devam etmesi durumunda %86'ya yükseliyor. Ancak emisyonların hızla azaltılmasıyla bu risk %7 ile sınırlandırılabilir [5. Bölüm, syf:32]. Diğer birçok önemli etmenin yanı sıra, iklim değişikliğinin gıda tedariki ve suya erişim üzerinde yarattığı tehdidin, özellikle yoksul ülkelerde toplumsal huzursuzluk ve silahlı çatışma riskini artırabileceği öngörülüyor [16. Bölüm, syf:22]